İletişim – İnsanlar Konuşa Konuşa, Konuşmayı Öğrenir!

İletişim araçlarının arttığı, ama her türlü iletişimin azaldığı, hatta yer yer, yok olduğu bir “iletişimsizlik” çağındayız. Güya iletişim insanoğlunu diğer canlılardan ayıran en önemli özellikti; oysa geldiğimiz tarihin sonunda, hayvanlar tarihlerinde olduğu gibi kendi cinsleriyle iletişime devam ederken, insanlar çoktandır iletişimi unuttu.

İnsanın en temel özelliği ve hayvanlardan farklılaştığı bir özelliği “akıl yetisine” sahip olmasıdır. Bu donanımlarla düşünce üretmek ve bu düşüncelerini kabul edilmiş ortak kodlarla toplumsal hayatta diğerlerine iletmek ve sosyalleşmektir.

Çağımızda insanlık iki açıdan zavallıdır.

1-) Konuşma becerisindeki zafiyet: Konuşamamak, derdini, meramını, düşüncelerini ve duygularını; kısacası kendisini uygun cümlelerle ifade edememek veya aktaramamak. Bu, çağın bir hastalığı ve insan türünün geleceği için vahim, ciddi bir sorundur.

2-) Kendisini dinleyecek insanlar bulamaması: Herkes kendisinin dinlenilmesini istiyor. Kendisini anlayacak ve dinleyecek insanlar bulamaması. Çünkü herkesin anlatacak bir şeyleri var; ancak bunu söylediğimiz gibi ifade edememesinden kaynaklanan dinlememe problemi tamamlıyor.

İnsanın ilk iletişimi “ses” iledir.

İnsan, dünyaya gelişinden itibaren farklı sesler çıkarmak suretiyle bir şeyler ifade etmeye çalışır. Bu süreç altı ay sonra anlamlı ifadelere dönüşür.  Bazı çocuklarda bu iki yıla kadar uzanabilmektedir. Bir de engelleyici bir durum söz konusu ise el kol hareketleri ile bir takım seslerle kendini anlatmaya, iletişim kurmaya çabalar.

İnsanoğlu konuşacaksa bir de dinleyiciye ihtiyacı vardır. Böylece diğer insanlarla sosyalleşmek ve iletişim kurmak ister. Onlara bir şeyler anlatmaya çalışırken konuşma yeteneğini kullanır.

Dünya’da yüzyıllardır yaşanan gelişmelerin temelinde insanoğlunun düşündüklerini ifade edebilmesi ve konuşma yetisi ile bunları yaşama adapte edip teknolojiye dönüştürme gayreti yatar.

İnsan, ne zaman fikirlerini ve duygularını özgürce anlatabilmişse ilmî ve teknik yönden gelişmeleri o kadar olgunlaştırmış, yeniliklerin önünü açmış ve yaşamı kolaylaştırmıştır.

Peki, toplum olarak bunu ne kadar başarabiliyoruz?

Konuşabiliyor muyuz, konuşma becerilerine ne kadar sahibiz?

Bu yazımız da bu sorunun cevabını aramaktayız.

Genel olarak baktığımızda, düşündüklerimizi aktarmada zorluk çekmekte olduğumuz görülecektir. Bu sorunun altında da yatan iki nedenin bizi zorladığını görmekteyiz.

Birincisi: Okumama hastalığı

Oysa konuşabilmemiz için okumamız gerekmektedir.

Her alanda okumak bilimden dini alana, kültürel alandan sanata, sanattan spora değin okumak…

Bunları okurken idrak etmek ve bu idrakin sonucunda elde ettiklerimizi toplumla paylaşabilmektir. Bu paylaşım da konuşmak, kodlanmış seslerle anlamlı ifadelerle toplumu aydınlatabilmektir.

İkincisi: Konuşabilmek için özgür olmak, kendini gerçekleştirebilmiş, özgüvenli, hakkaniyetli bireyler olabilmektir.

Özgürleşememiş bireylerden düşündüklerini aktarabilmesini beklemek çölde deniz hayal etmek gibi bir şeydir.

Özgür olmayan birey düşüncelerini aktaramaz. Sürekli olarak, çekinceleri ve korkularını maskeleştirir. Fikirlerini ifade edememenin getirdiği sıkıntısı psikolojisini etkiler.

Dinimiz bile özgür ve akıl yetisine sahip olmayan bireyi sorumlu tutmazken bu insancıklara ne oluyor da özgür düşünceleri ve bunu ifade etmeyi boğmak istiyorlar.

Eğitim özgür düşünebilme becerisi kazandırmalıdır. 

Eğitim sisteminin ana görevi özgür düşünebilen birey yetiştirmek olması gerekirken, şu an, çekingen ve kendini ifade etmekte zorlanan birey yetiştirir konumdadır.

Eğitimin sosyolojik görevi toplumsal kültürü aktarmaktır. Bu yapıyı iyi kurgulayamadığınız zaman bambaşka bir yapı ve kültürle karşılaşabilirsiniz. Konuşabilen, özgürce düşünebilen, etik ilkelere sahip ahlaki boyutu ile kendine güvenen bireyler yetiştirmesi gereken eğitim sistemi, bu amaçlarından uzaklaşmış günü birlik politikalarla geçiştirme sonuçlar almaya çabalar hale gelmiştir.

Bizler toplum olarak uygarlaşmak ve medeniyetin zirvelerini tekrar yaşamak istiyorsak, konuşa-bilmeliyiz. Bunu yapmazsak boşa kürek sallar, yıllarca aynı nasihatleri dinler dururuz. Peygamberleri örnek almalı; çünkü onlar toplumları dönüştürürken, dönüşümün liderliğini yaparken sabırla konuşabilmeyi seçmişlerdir. Sürekli bir şekilde özgürce düşünebilmenin yolunu aralamışlardır.

Büyük alimler de içinde yaşadıkları toplumların kendilerini ifade etmeleri için gayret göstermişler ve bu şekilde sonuçlara ulaşmışlardır. Günümüz artık özgürce düşünebilen, duygu ve düşüncelerini korkusuzca ifade edebilen bunu yaparken de etrafındaki düşüncelere saygı gösteren onları yok saymayan, konuşabilen nesillerin yetiştirme zamanıdır.

Yeri gelmişken, ulu kişilere bu durumun korkulacak bir yanının olmadığını hatırlatalım!

Türkiye okuyan, okuduklarını anlayabilen o birikimle konuşabilen genç ve yetişkinlerin emek ve çabaları ile hak ettiği “özgürce konuşanların ve gönüllü dinleyenlerin medeniyetine” ulaşabilir. Okumanın iptilası olan ve bu birikimi ile düşünüp, konuşabilen bir toplum olma çabası ve gayreti ile yeni bir yazımızda buluşmak dileğiyle…

Yazar – İsmail AKBIYIK / Eğitimci PDR Uzmanı / www.yeniegitimdergisi.com

Bir Cevap YazınCevabı iptal et