Eğitimci – Yazar Hasan Tanrıverdi ile Roman ve Hikâye Yazarlığı Üzerine…

Elif Tümer’in Röportajı…

Hasan Tanrıverdi Kimdir?

Eğitimci ve yazar Hasan Tanrıverdi 1949’da Trabzon’da doğdu. Öğretmen Okulu ve Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Ön lisans bölümlerinden mezun oldu.

Çeşitli illerde 25 yıl İlkokul öğretmenliği yaptı. Daha sonra Almanya’ya giderek orada altı yıl Türkçe ve Türk Kültürü dersleri verdi. Roman, hikâye, masal türlerinde eserler verdi. Bunların yanında bir çok gazete ve dergide eğitim yazıları yayımladı. Verdiği konferanslardaki notları kitap olarak yayınlandı. Yeni Eğitim Dergisini yayınlayan grupta yer aldı ve bir dönem imtiyaz sahipliğini yaptı. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Bu söyleşide Roman ve Hikaye yazarı Hasan öğretmenle çocuklar, toplum, roman, hikaye, yazarlık gibi geniş bir spektrumdan bakarak genç yazar adaylarına önemli mesajlar içeren pek çok konuda sohbet ettik. E.T

Hasan Tanrıverdi

Çocukluk hayaliniz neydi, ne olmak istiyordunuz?

Bir örnek vererek başlamak istiyorum.

Köyün birinde bir ilkokulda uzmanlar kamuoyu yoklaması yapmışlar. Çocuklara büyüyünce ne olmak istiyorsunuz diye sormuşlar.

Kız çocuklarının tamamına yakını ben ebe olmak istiyorum demiş. Çünkü o köyde meşhur bir ebe varmış. Örnek olarak ebeyi bildikleri için çoğunluk ebe olmak istemiş.

Erkekler de taş-duvar ustası olmak istemiş. Çünkü o köydeki erkeklerin mesleği taş örmekmiş.

Bizim çocukluğumuzda önümüzde örnek öğretmenlerimiz vardı. Onlar bizim için çok değerli insanlardı. Her hareketi bizim için mübarek sayılırdı. Benim de içimde öğretmen olmak arzusu vardı. Ortaokuldan sonra Öğretmen Okulu sınavlarına girdim ve kazandım, öğretmen oldum. Üniversiteyi daha sonra bitirdim. Hayalimdeki mesleği Rabbim öyle muvafık gördü, yolumuzu açtı. Sen duanı gönder, o yerine ulaşır.

Öğretmenlik mesleği size neler kattı?

Öğretmenlik mesleği bana insanlığı, insanları sevmeyi, merhameti, gördüğüm başarıda sevinmeyi, mutlu olmayı öğretti. Dünyaya yeniden gelsem yine öğretmen olurum.

Öğretmenlikten sonra yazarlık kariyeriniz başladı. Neden yazarlık?

Ben öğretmenlik yaptığım tarihlerde okul müsamereleri çoktu.

Müsamerelere oyunlar yazardım.

Çocuklara kendi yazdığım oyunları oynatırdım.

Öğretmen okulunda günlük tutmaya başlamıştım.

Daha sonra öğretmenliğimin ilk yıllarında hikâye yazmaya başladım. Kurgu olmayan, etrafta gördüğüm, duyduğum olaylar. Yani hayattan alınmış hikâyeler.

Bir hikâyede %70 çekirdekse %30 kurgu olabilir. Onu süslemeniz, okunur hale getirmeniz lazım. Böylece yazarlık yapmaya başladım.

Daha sonra Trabzon’da arkadaşlarımla “Uzun Sokak” isimli bir dergi çıkarmaya başladık. O dergide ben şiir yazmayı düşündüm. Şiir bana göre hikâye yazmaktan daha kolay. 3-5 sayfada anlatacak olduğunuz şeyi bir dizede, bir mısrada anlatabiliyorsun. O ara şiire merak saldım. Buna devam ettim, epeyce şiirler yazdım. Şunu söylemeliyim ki hiç aşk şiiri yazmadım. Öyle bir düşüncem olmadı. Hep güzelliklere, insanlara yönelik şiirler yazdım.

Daha sonra arkadaşlarımla birlikte Yeni Eğitim dergisini çıkardık ve bütün mesaimizi ona verdik.

Ben bu dergi sebebiyle Türkiye’deki birçok şehri ziyaret ettim. Oralarda konferanslar verdim. İstekler daha çok aile içi iletişim üzerine geldi. Türkiye’nin en az otuz yerine seminere gittim. Seminer bitiminde insanlar kitabımın olup olmadığını sordular ve imza istediler. Anladım ki bu işin raconu böyle. Seminerden sonra kitap imzalaman gerekir. Ben de Bismillah dedim, Bismillah her hayrın başıdır, o konferans notlarından bir kitap çıkardım:

Evlilik Sultanlıktır.

Onu daha önce tanıştığım bir yayınevine gönderdim. Beğendiler ve hemen bastılar. Onlar beni yurtdışındaki bir fuara götürdüler. Bu işin tek bir kitapla olmayacağını söylediler. Hakikaten oturduğun zaman önünde 3-5 tane kitap olması lazım. Oraya gelen yazarların hepsinin önünde kitapları var; Hasan Hoca’nın önünde bir tane.

Çocuk eğitimi seminerlerim vardı. Onları toparladım ve bu kitap çıktı:

Çocuk Yaşadığını Öğrenir

Güzel tuttu. Ondan sonra yazarlık kariyerim devam etti. Daha çok deneme kitapları yazdım. Kahramanmaraş’ta genç kızlar geldiler, İlahiyatta okuyorlarmış. Bana aşk romanım olup olmadığını sordular. Anladım ki gençlere vermek istediğin şeyin içinde aşk da olacak. Hayatın içinde aşk var zaten. Aşk sadece insanın birbirine âşık olması değil. İnsan doğaya da âşık olur, eşine de âşık olur, güzelliğe de âşık olur dedim ve Kahramanmaraş’ta karar verdim bir roman yazmaya. Bu romanın içinde aşk da olacak. Benim deneme mahiyetinde yazdığım 7-8 kitapta vermek istediğim bilgileri o romanda vereyim dedim; bir hap gibi. Draje gibi, dışı acı içi şekerli. Sonra o sene Avusturya’ya fuara gittim. Artık önümde fazla fazla kitaplarım vardı. Genç bir hanım eşiyle birlikte yanıma geldi. Benim hayatımın romanını yazar mısın diye sordu, kabul ettim. Hayatının belli bir kısmını anlattığı bir bölümü (15-20 sayfa) yazıp bana ulaştırdı. Edebiyat yok, noktalama yok, imla kuralı yok; karışık bir metin halinde. O metni 3 kere okudum ve her seferinde ağladım. Kitabı yazdım adı:

Duvaktaki Gözyaşı

Yazarlıkta hedef kitleniz önemlidir. Ben bu romanı hangi yaş aralığına, hangi kültür aralığına hitap edeceğim? Ben ilkokul çocukları için 135 hikâye yazdım. Onu hayat yayınları 10 kitap yaptı:

Can Kardeşler Serisi

Benim orada hedef kitlem ilkokul çocuklarıydı; 3,4,5.sınıftı. 2’ye fazla, 6’ya da hafif gelir. Bir şey yazdığınız zaman hedef kitlenizi iyi seçeceksiniz. Ondan sonra ortaokul çocukları için 50 tane hikâye yazdım. Senin de bir öykün var içinde. Orada da kitle onlar. Küçüklere ağır gelir, büyüklere hafif gelir. Yazarlık serüvenim böyle devam etti. 25 tane kitabım oldu. Rabbim sağlık verdi, yazdım.

Yazdığınız kitaplarda genel olarak okura bir mesaj vermeye çalışıyorsunuz. Kitapları yazmaktaki amacınız okurun bu şifreleri çözmesini sağlamak mı?

Aynen öyle. Okuyucunun kitapları okuyunca oradan bir kazanım elde etmesi gerekir. Şimdi piyasada çok kitap var. Çocuklar için, gençler için; direkt olarak ticarete yönelik. Bu bize yakışmaz. Bizim düşüncemizde roman olsun hikâye olsun deneme kitapları olsun, mesela Allah’ı Nasıl Buldum, Muhteşem Yolculuk’u okuyan insanlar oradan bir kazanım elde eder. Okumaları için ben çok sade bir dil kullandım. Eski dilden kelimelere fazla girmedim. Çünkü hedef kitlem lise, ortaokul mezunu ev hanımları, mahalledeki Ayşe Abla, lisedeki kızlar, üniversitedeki öğrencilerdi.

Birçok kitap yazdınız. Bazıları okullarda okutuldu. Bu başarınızın geçmiş yıllarda yaptığınız öğretmenlik mesleğiyle bir bağlantısı var mı?

Tabii ki. Bağlantısı olmazsa olmaz zaten. Ben piyasada görüyorum; inşaat mühendisi biri çocuk kitabı yazmış. Olmaz. Rakamlarla doldurmuş kitabı. Ben 10-15 yıl ilkokul öğretmenliği yaptım. Yurtiçinde ve yurtdışında bizzat sınıflarda derslere girdim. İlkokul 3.sınıf çocuğunun hangi cümleyi anlayıp anlamayacağını biliyorum. Ona göre yazıyorum. Bir paragraf yazdığımda onu ortaokul öğrencisi alabilir mi veya bir ev hanımı bunu okuyunca anlayabilir mi? Hatta çok telefonlar aldım okullara imzalara gittim. Bu da çok güzel bir şey. Orada anneler, siz Can Kardeşler’i çocuklar için değil bizim için yazmışsınız dediler. Bu durum, yazarlık mesleğinin heyecanıdır.

İlk yazdığınız kitap ile 10 yıl sonra yazdığınız kitap arasında mutlaka fikir farkları, dil farkları olmuştur. Siz yaş aldıkça üslubunuzun değiştiğinizi düşünüyor musunuz?

Hayvanlar dünyaya geldiğinde tekemmül etmiş olarak gelirler. Yani hayatına ait bütün bilgileri, öğretileri almış olarak gelirler. Örneğin ördek yavrusu doğduğunda annesiyle suya koşar, kedi yavrusu annesinden süt emer. İnsanların görevi taallüm ve tekemmüldür. Gelişimin yaşı yoktur.

İlk kitabıma şimdi bakıyorum, ben ona çok şeyler daha eklerdim. Birtakım anlatım eksikleri var; bu normal bir şey. Ama gün geçtikçe yavaş yavaş tekemmül ediyorsun. Tekemmül kelimesi mükemmellikten gelir. Yavaş yavaş gelişiyor insan. Edebiyat bölümüne başlayan 1.sınıf öğrencisi Elif Tümer ile şimdi son sınıf öğrencisi olan Elif Tümer aynı mı? Değil.

Bir arkadaş sosyal medyaya bir şiir atmış. Ben şiirde iki kelimenin fazla olduğunu gördüm. Söyledim. Serbest vezin yazsanız dahi akacak kendiliğinden. O da şiir falancanın, benim değil dedi. Türkiye çapında tanınmış bir şairinmiş. Olabilir. Demek ki o da hata yapmış. Yıllar geçtikçe insan tekemmül ediyor. Belki 10 yıl sonra baktığımda bugünkü fikirlerimi de beğenmeyeceğim. Değişmeyen şey, temel ilke; benim bilgileri aldığım kaynak ve o kaynaktan insanlara vermek istediğim kazanımlar, karakter geliştirici düşünceler. Yani niyet aynı.

Kişisel hayatınızda edindiğiniz tecrübeleri eserlerinize yansıtıyor musunuz?

Gerek seminerlerimde gerek kitaplarımda örneklemeyi çok seviyorum. İnsanlara anlatırken onların dünyasından, yaşantısından örnekler vermeyi seviyorum. Çocuk hikâyeyi okurken orada kendini bulmalı, o şahıs kendini bulmalı. Çok telefonlar aldım. Antalya’da bir İngilizce öğretmeni ile tanıştık. Duvaktaki Gözyaşı’nı almıştı. Sonra beni aradı ve hocam sen benim hayatımı yazmışsın dedi. Kendimi buldum dedi.

Keşke yazmasaydım ya da keşke yazsaydım dediğiniz kitap ya da kitaplarınızdan herhangi bir bölüm oldu mu?

Keşke yazsaydım dediğim oluyor. Özellikle şiir için. Örneğin şairin güzel bir dizesini görüyorum. Keşke bu güzel dizeleri ben söyleseydim diyorum. Mesela Abdurrahim Karakoç’un çok güzel bir şiiri var:

Sevgi güneşiyle buluşan ağaç/ Sonbaharda çiçek açar Birtanem/ Bir tebessüm olur bin derde ilaç/ Aşk bakidir/ Her şey geçer Birtanem/ Eser dost meltemi uzaktan önce/ Daveti kalp duyar kulaktan önce/ Güzellik şerbetini dudaktan önce/ Gözler içer/ Gönül içer Birtanem.

Bu şiiri duyduğum zaman bunu ben yazsaydım dedim. Şair inci gibi yazmış, döşemiş. Necip Fazıl’ı dinlediğiniz zaman, Mehmet Âkif Ersoy’u okuduğunuz zaman anlarsınız ki kelimelerle oynamış, bilye taşı gibi. Öyle yerleştirmiş ki yerine bunu şöyle yazsaydı diyemezsin. Şunu yazmasaydım yanlış oldu dediğim bir şey olmadı çok şükür.

Eserlerinizi nasıl ortamlarda yazmayı tercih ediyorsunuz?

Bu önemli; yazarın kendine has bir ortam oluşturması lazım. Benim hem Ankara’daki evimde hem Trabzon’daki evimde kendime ait odam var. Ev sessiz oluyor. Sakin bir ortam. Günde 4-5 saat yazarım, en az iki saat de okurum. Okumayı seviyorum. Gürültülü, sağlıksız bir ortamda eser ortaya çıkmaz, yapamazsınız. Kitabı yazıyorsunuz, başa dönüp bir daha okuyorsunuz her seferinde. Her okumada 100 sayfalık kitap 200 sayfaya çıkıyor. Şu anda yeni bir roman yazıyorum. Lise öğrencileri için; Kamyoncu ve Çocuk. Her gün onu yeni baştan okuyorum. Hemen aralara ilaveler yapıyorum. Yazıp düzeltmemeye hakkımız yok.

Yazmış olduğunuz kitaplardaki ilhamınız nedir?

Güncel olaylar beni çok etkiliyor. Bazen bir cümleden bir roman çıkıyor. Kızım doğum yapmıştı. Hastaneye gittik bekliyoruz. Torunum geldi fakat kızım ortalarda yok. Kağan Bebek başladı ağlamaya. Hemşireye neden ağladığını sorduk. Karnı aç dedi. Ben hemen aşağı inip döner yaptırayım dedim. Şimdi onun süt çeşmesi akar dedi. Bu, benim için bir anahtar oldu. Bu süt çeşmesi neden çocuk doğmadan önce akmıyor da sonra akmaya başlıyor? Bunun üstüne Rabbim Yanımdayken Korkar mıyım Ölümden diye bir kitap yazdım. Çok sattı. Amacıma ulaştım. Bazen bir cümleden bir kitap çıkıyor. Yeğenim tıp okuyor, daha birinci sınıf. Bir gün otobüste giderken biri bayılıyor. Açılın ben doktorum diyor. Ben bu cümle üstüne ders dolu bir öykü yazdım. O ilham gelmese yazamazsınız. Öylece kalır.

Bir roman nasıl ortaya çıkar? Süreç nasıl işler? Ne kadar sürer?

Bir roman için önce bir çekirdek yaşam gelmesi lazım. Onu siz artırarak kurgulayacaksınız. Sürekli üzerinde çalışıp yoğunlaşacaksınız. Seni Yüreğimde Taşıdım romanında Cemil Hoca diye bir karakter var.

Ben aylarca Cemil Hoca oldum. Onun gibi düşünmeye, onun gibi hareket etmeye çalıştım. Cemil Hoca öğretmen; eşi de Saadet Hanım. Sorgun’da aynı lisede buluşuyorlar ve hayatları kesişiyor. Daha sonra Saadet Hanım bir trafik kazasında vefat ediyor. Cemil kendini sorumlu tutuyor. Kafasında psikolojik bir mücadele var.

Bu yazma süreci en az 5-6 ay sürüyor. Daha sonra gün gün okuyor ve edite ediyorsun. Benim Ankara’da bir kızım var Elif diye. Ona gönderiyorum o bakıyor. Yaklaşık bir yıl sürüyor. Zamana yaymakta fayda var. Bir haftada kapı dışarı çıkmadan yazıp bitiren yazarlar var. Zannetmiyorum ki bir roman bir haftada bitsin. Yine önü arkası en az 3-4 ay alır. Benim romanlarım 8 ay ile 1 yıl arasında.

Sizce iyi bir yazar nasıl olmalıdır?

İyi bir yazarın öncelikle iyi bir kültüre sahip olması lazım. Birikimi olması lazım. İkincisi çok okuması gerekir. Her türlü yazarı okuyacak, üsluplar öğrenecek ki kendi üslubunu ortaya çıkarsın, taklitten kaçınsın. Ben yazılarımı öğrencilerime gönderiyorum. Beni acımasızca eleştirin diyorum. Trabzon’da bir edebiyat öğrencim vardı. Hocam önce sıkılıyorum, sürekli değiştiriyorum. En son bakıyorum ki yine senin cümlene gelmişim, aynı yere dönmüşüm demişti.

Yazar, yazdığı kitapları gözden geçiren, edite eden elemana çok saygılı olmalıdır. Eleştirilere açık olacaksın ki tekemmül edesin.

Sevgili öğretmenim, değerli vaktini bizlere ayırarak bu tarihi söyleşiyi lütfettiğiniz için teşekkür ediyorum.

Ben de, hepimizin gözdesi Yeni Eğitim Dergimize dijital dünyada başarılı yolculuklar diliyorum.

Söyleşi – ELİF TÜMER- Yeni Eğitim Dergisi

Türkçe, Edebiyat ve Sanat Bölümü İçerik Editörü

e-mail: elftmr_@hotmail.com

Bir Cevap Yazın Cevabı iptal et